“Bazı insanlar futbolun ölüm kalım meselesi olduğunu düşünüyor. Bu tutumu sevmiyorum. Ölüm kalımdan da fazlası olduğunu temin ederim.”
Bill Shankly
Aslanlar, Merzifonlu Kara Mustafa Paşa’nın intikamını almak istercesine Viyana kapılarına dayanmış, Rapid Wien’i güzel bir oyunla 3-0 mağlup ederek yurda zaferle dönmüştü. Ali Samiyen’de oynanan rövanş maçını ise 1-0 kazanarak, 7. defa şampiyonlar Ligine merhaba demişti.
Aslına bakılırsa Türk Futbolunun macerası yeni başlıyordu…
Hatırlatmak gerekirse Galatasaray; Bologna, Borussia Dortmund, RCD Mallorca ve Leeds United’ı geride bırakmış, finalde Arsenal’ın rakibi olmuştu. Normal süresi 0-0 berabere biten karşılaşma uzatmalara gitmiş, uzatmalarda da gol sesi çıkmayınca Galatasaray Arsenal’ı penaltılar sonucu yenerek Uefa Kupası şampiyonu olmuştu.
Tarihte ilk kez bir Türk takımı UEFA KUPASI ŞAMPİYONU oluyordu…
Türkiye ayaktaydı; Türkiye tek vücut olmuştu; Fenerbahçe, Beşiktaş ve Anadolu kulüplerinin taraftarları bile Galatasaray’ın bu haklı zaferini ayakta alkışlıyordu. Taraflı tarafsız herkes göz yaşlarına boğulmuş, sevinç gözyaşları akıtıyordu. Çünkü Türkler Kurtuluş Savaşı’ndan bu yana ilk kez Avrupa’ya diz çöktürmüştü; hiç kuşku yok ki bu zafer sadece Galatasaray’ın değil tüm Türkiye’nin zaferiydi!
Galatasaray destan yazmaya devam ediyor…
Bu arada Fenerbahçe, Beşiktaş ve Trabzonspor’da boş durmuyor, dünya devlerine kök söktürüyordu. Alınan galibiyetler taraflı tarafsız herkesi sokağa döküyor, taraftar konvoylarının ardı arkası kesilmiyordu.
Milenyum uğurlu gelmiş, Türk futbolu çağ atlamıştı âdeta…
Denizlispor ilk kez katıldığı UEF Kupasında 4. tura çıkıyor, Gaziantepspor Lens ve Roma gibi Avrupa’nın köklü kulüplerini dize getiriyor, Gençlerbirliği Avrupa’da fırtına gibi esiyordu. Bu mutluluk tablosundan nasiplenmeyen kimse yoktu doğrusu.
Kısacası Türk futbolu altın çağını yaşıyordu…
Gerek üç büyükler, gerekse Anadolu kulüpleri olsun, kısıtlı bütçeleri ile harikalar yaratıyor, A Milliler ise rakiplerini ezip geçiyordu. Yediden yetmişe herkes futbolla yatıp futbolla kalıyordu âdeta. Coşku bulaşıcıydı. Her yerde futbol konuşulur olmuştu.
Hiç kuşku yok ki Türk futbolu zirvedeydi…
Ama ne var ki Türk Futbolu daha da serpilip gelişeceğine düşüşe geçti. Ve bu kötü gidişat karşısında kimse kılını kıpırdatmadı doğrusu. Mış gibi yaptı. Evet, elbette, mış gibi… Çünkü siyaset ve mafya Türk futbolunu avucuna almış, istediği gibi at koşturmaya başlamıştı. Futbol siyasete, siyaset futbola karışmıştı. Taraftarın burnuna pis kokular geliyor ama açıkçası kimse perde arkasında tam olarak neler yaşandığını bilmiyordu. Dönen dolapların kokusu sonradan çıkacaktı…
Bunun yanı sıra, hatalı transfer politikaları, altyapıya gereken önemin verilmemesi, çağdaş futbolun dinamiklerini iyi etüd edemeyen antrenörler, passolig denen saçmalık, yabancı sınırlaması, saçma sapan isimlerin milyon eurolar alması, emekliliği gelmiş adamlara astronomik rakamlar vermek ve sonra da o isimleri yok pahasına satmak, liyakatsızlık, seviyesiz futbol programları, futbolu doğru bir şekilde yorumlayan, entelektüel yorumcuların azlığı, gereksiz özgüven ve tabii ki şike Türk futbolunun köküne kibrit suyu dökmeye yetti!
Ah şu bir türlü rayına oturtamadığımız liyakat ilkesi yok mu…
Liyakat… aslında işin püf noktası da o işte… O olmayınca olmuyor maalesef. En fazla kısa vadede geçici başarılar peyda oluyor. Tıpkı 1999-2000 sezonu ve ardından gelen birkaç başarılı sezon gibi. Sözüm ona Futbolda her konuda Avrupa’yı örnek aldığımızı söylüyoruz; ancak işimize geldiği gibi alıyoruz. Eğer gerçekten de iddia edildiği üzere futbolda kendimize Avrupa’yı örnek alsaydık her şeyden önce altyapı çalışmalarına hız verir, kısa vadeli zafer sarhoşlukları yerine uzun vadeli başarılara imza atacak futbolcular ve antrenörler yetiştirmeye çalışır, takımları arka bahçesi gibi kullanan iş adamlarına başkanlık teklifi götürmektense gerçekten de futboldan anlayan, futbol âşığı isimlerle iletişime geçer, bir ekol oluşturmaya gayret ederdik.
Pekâlâ, ilerleyen yıllarda yeni başarılar elde edilebilir. Keza, tekrar düşüşe de geçilebilir. Bunlar futbolda olağan şeyler. Ama ses getirecek bir sistemin yokluğu… İşte bu, mühim bir mesele. Tez elden buna bir çare bulunması gerekiyor. Çünkü bu olmadan kalıcı başarılardan söz etmek tatlı bir hayal olmaktan öteye geçemez…
Haftaya görüşmek üzere
Esen kalın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.