Alaylısı mekteplisinden çok olan bir meslek gazetecilik. Tabii burada alaylı derken gazetecilik ile ilgili bir okuldan değil de farklı okullar ve meslek dallarından gelerek gazetecilik yapanları kastediyorum.
Gazeteciliğin tanımı karşısında “Gazetecilik, bir gazete veya derginin hazırlanmasında ve çıkarılmasında görev alan kişilerdir. Gazeteci, haber ve bilgi kaynağına çabuk ulaşmak ve bu kaynaklardan edindiği bilgi ve haberleri okurlara sunma işini üstlenmiştir” yazıyor. Gerçi bir sürü şey daha yazıyor ama bize bu kadarı yeter.
Mesleğin üstatlarına bir bakalım neler demişler gazetecilik hakkında, sonra da yazıya girelim…
Necmi Tanyolaç: “Gazeteci olay yaratmaz. Olaylara karışmaz, olayları yansıtır. Görüşlerini silah ateşleyerek değil, kalemini kullanarak yansıtır.”
Oktay Akbal: “Günü yaşar gazeteci, an an… Toplumun gözlemleyicisidir. Dünyanın, ülkenin, zamanın, insanın yaşamına ayna tutandır. Bakar, görür, gösterir. En kısa sürede, en az sözcükle…”
Ahmet Remzi Yüreğir: “Bu meslek yalanı, iftirayı, şantajı asla kabul etmez, buna tevessül eden olursa derhal tasfiye eder. Bu kişiler halk nazarında itibarsız kişiler olarak damgalanırlar. Sakın ola kaleminden zehir damlamasın.”
Francois Ponsard: “Basın çağdaş tarihin merkezidir.”
Walter Winchell: “Bugünün dedikodusu, yarının manşetidir.”
George Orwell: “Gazetecilik; birilerinin yayınlanmasını istemediği haberleri yazmaktır, gerisi halkla ilişkilerdir.”
Tanımı üç aşağı beş yukarı öğrendik, üstatların sözleri ile de pekiştirdik.
Pekâlâ; o zaman bir bakalım sayfalarla örtüşüyorlar mı?
Örneğin; bir haberin yapılma prosedürünü bilmeden, sahadaki muhabirin kıymetini anlamadan, bir kurumda çalışıyorsa gazetesinin bayilerdeki hareketini merak etmeden, gazetedeki hataları bile fark etmeden, grafikerlerin nasıl insanüstü bir gayretle çalıştıklarını bilmeden, okuyucu ile müşteriyi ayıramadan, kesip kopyalayıp yapıştırmayı reddetmeden, imla kurallarına bihaber kalmadan, diline hâkim olmadan, ille de birilerini memnun etme çabasında bulunmadan, had edep bilmeden, beleş yemek peşinde koşup çantada keklik olmadan, gazeteye gidiyorum diye salona geçip sokağa çıkmadan, “Sayın basın mensubu” olmak için emek arşivindekileri saymadan, bir sürü iş deneyip hepsinden çırak çıktıktan sonra “Bu meslek benim için biçilmiş kaftan” demeden, yağlama yıkama ve yalamanın gazetecilikle uzaktan yakından akrabalığının olmadığını bilmeden, dolduruştan güdülmeye zırvalara boyun eğip, sonra orada burada ağlaşmadan, iki yazıyla havalara girip, bir soru ile tuş olmadan, çanak tutmadan ve dahi kap kaçak olmadan, her fotoğraf kelle koymadan, gazetesinin ağırlığını taşıyamadan köşesini üç kişiye okutunca RSF (Uluslararası Sınır Tanımayan Gazeteciler Örgütü) ödülü almışçasına havaya girmeden, köşe yazmak ile gazeteci olmayı karıştırmadan, bilgi sahibi, fikir sahibi olmadan, gazete çıkartmakla mektup yazmayı karıştırmadan, ortaokul kompozisyonunu yazı sanmadan, gazetecilikte esas sermayenin yürek olduğunu bilmeden, düşündüğü gibi sanmanın yorum değil forum olduğunu kavrayamadan ve de cümleye tehdit karıştırmanın yüz kızartıcı suç olduğunu ille de dürüst gazetecilerin kafasına vura vura anlatmalarını beklemeden..
Hadi uzatmayalım, mesleğe dışarıdan girse de, etiğini öğrenip araştırmadan, gazeteciliğin ekmek parası değil, sevda olduğunu kavrayamadan gazeteci olunabilir mi?
Gazetecilik “Ekmek parası” dediğin yerde biter. Eğer bunu diyorsan, gazetecilik değil git reklamcılık yap!
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.