Herkes kendi cehenneminde yanar!
(Nathaniel Hawthorne)
Hatırlarsanız eğer, El Kaide militanları tarafından kaçırılan 4 yolcu uçağından birinin 11 Eylül 2001’de New York’ta bulunan Dünya Ticaret Merkezinin kuzey kulesine çarpması sonucu başlayan süreç Amerika’nın Afganistan’ı işgali ile sonuçlanmıştı.
Ama ne var ki, Taliban, Afganistan’da 20 yıl sonra yeniden kontrolü sağladı.
Ve dilinden dış mihrakları eksik etmeyen bir güruh, kestirmeden giderek bu gelişmenin de faturasını ne bir eksik ne bir fazla; Amerika Birleşik Devletleri’ne kesti.
Pekâlâ, bu kimseler bu öngörülerinde tamamen haksız olmayabilirler.
Ne de olsa soğuk savaş döneminde cihadist örgütleri Sovyetler Birliğine karşı örgütleyen devlet bizzat Amerika Birleşik Devletleri idi. Bu bir sır değil.
ABD tarafından palazlanan cihatçılar, besle kargayı oysun gözünü misali, soğuk savaş dönemi bitince dünyanın -ya da insanlığın- başına bela oldular. Yani bir raddeye kadar, cihatçılar için ABD’nin eseri diyebiliriz. Ya da başka bir deyişle, dünyaya hediyesi.
Fakat yine de insan, götünden bok eğri çıksa suçu dış mihraklardan bilecek bir güruhun akla havsalaya sığmayan komplo teorileri ile karşılaşınca gülmeden edemiyor doğrusu…
Bu güruha göre Şii/Sünni meselesinden tutun da İslâm coğrafyasının geri kalmasına varıncaya kadar hemen her şeyin sorumlusu dış mihraklar. Pes doğrusu!
Oysaki şu bir gerçek ki, bugün İslâm denince genellikle insanların aklına saçı sakalı birbirine karışmış, kalaşnikoflu (AK-47), roketatarlı, parmak arası terlik giyen erkekler ile burka giyen kadınlar geliyor. Yani, kısacası, tam anlamıyla bu çağ dışı imge insanların bilinçaltlarına sinmiş durumda. Her şeyi daha da kötü kılan, kadınların topyekûn yok sayılması ya da en iyi ihtimalle ikinci sınıf vatandaş yerine konmaları. Fark ettiyseniz eğer, Taliban’ın Kabil’e girmesinin hemen ardından Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi, kadınların gündelik yaşamdan men edilmemesi yönünde Taliban’a bir çağrı yaptı. Aslında bu bile durumun vahametini anlatmaya yetiyor.
Görüleceği üzere İslâm’ın geldiği nokta bu. Ya da getirildiği… İşin aslı, tartışmaya açık bir konu...
Sözün özü, zamanla İslâm terör/terörizm ile eşdeğerde görülen bir din hâline geldi. Tek kelimeyle artık adı terörizm ile anılıyor. El Kaide ile başlayan süreç El Nusra ve DEHAŞ gibi selefi akidesine sahip terör örgütleri ile birlikte doruk noktasına ulaştı. Şimdi de gündemde Taliban var. Dürüst olmak gerekirse bunlar kapitalistlerin, komünistlerin, anarşistlerin, fabianistlerin, masonların, Siyonistlerin ya da kaç tane dış mihrak varsa artık onların suçu değil. Tam tersine bunlar, işin bu noktaya varmasına göz yuman Müslümanların, dindarların suçu.
Eğer Müslümanlar vaktiyle nükseden nahoş gelişmelere Amerika Birleşik Devletleri ve Avrupa’dan önce somut bir tepki verselerdi bugün dünya İslâm’a farklı bir gözle bakıyor olabilirdi. Fakat bunu yapmak yerine belki de sorumluluk almaktan korktukları için her zaman yaptıkları şeyi yaptılar ve tüm suçu Batı’nın sırtına yüklediler. Ve böylece bir kez daha kolay yolu seçmiş oldular.
Nathaniel Hawthorne, herkes kendi cehenneminde yanar, diyordu. Ben ise naçizane, herkes kendi cehennemini yaratır, demek istiyorum. Çünkü üzülerek söylemek zorundayım ki İslâm dünyası bugün düpedüz kendi yarattığı cehennemi deneyimlemekte. Eğitim, bilim, tıp, sanayi, teknoloji gibi ses getirecek alanlarda tek bir buluşları yok. Asırlardır sessizler. Yaptıkları tek şey, kuru kuruya Batı’yı eleştirmek.
Bu nedenledir ki, Müslüman camiası bir an önce silkinip kendine gelmeli ve aşağılık kompleksini bir kenara bırakıp her şeyden önce düşünce üretmelidir. Çünkü, hiçbir silah değerleri olan bir düşünce kadar etkili olamaz.
Basitçe söylemek gerekirse; orucu ne bozar tartışmaları ve/veya midye yahut da karides yemek haramdır fetvaları bilhassa gençler tarafından alay konusu olmaktan öteye geçemeyen ve gereksiz yere gündemi meşgul etmekten başka hiçbir getirisi olmayan zırvalar… Açıkçası bu konuyu tartışmaya açmak abesle iştigal etmektir şüphesiz.
Günümüzün geçer akçesi ise bilim ve medeniyet…
İroniye bakın ki, “medeniyet” kelimesi bile Arapça ‘da “şehir” anlamına gelen Medine isminden Osmanlı Türkçesinde türetilmiştir.
Bununla beraber aynı zamanda kadın hakları çok önemli, hayati bir mesele. Asla atlanmamalı, gözden kaçırılmamalı ya da es geçilmemeli. Özellikle bu çağda kadınlar kati surette evlere hapsedilemez ya da toplumdan soyutlanamazlar. Bunu dünyanın hiçbir çağdaş ülkesi ve bireyi kabul etmez! Bu yüzden gerekçesi ne olursa olsun kadınların yaşam standartlarına ve düşüncelerine pranga vurulmamalıdır. En nihayetinde kadınlar bizim fırtınadaki kaptanımızdır. Ve Atatürk’ün dediği gibi, “dünyadaki her şey kadının eseridir.”
Dürüst olmam gerekirse benim nazarımda Taliban, ters çevrilmiş devasa bir çöp tenekesini andırıyor.
Kaldı ki, birkaç gün önce Taliban sözcüsü Zabihullah Mücahit, “güçlerimiz kadınlarla nasıl konuşulacağını bilmiyor,” diyerek düpedüz düşüncelerimin haklılığını teyit etmiş oldu aslında. Fazla söze ne hacet…
Ne acıdır ki, Taliban’ın yeniden yönetimi devralması sonucu demokrasi adına yeşeren umutlar bilmem kaçıncı kez yitmiş oldu. Çünkü hiç kuşku yok ki, Taliban, 21. Yüzyıl dünyasına gökten düşen bir meteor kadar yabancı.
Eğer İslâm coğrafyası içine düştüğü bu gayya kuyusundan kurtulmak istiyorsa yağmur damlaları gibi çoğalan cihadist terör örgütleri ve Vahhabî ideolojisi ile mücadele etmelidir. Lafın kısası; bu meyanda elinden gelenin azamisini yapmalıdır. Yoksa 21. Yüzyıl dünyasında bile İslâm’ın oluşturduğu manzara bunaltıcı bir tekdüzelikle akıp gitmeye devam eder
Son bir şey daha:
Dış mihraklarla yatıp dış mihraklarla kalkan kitleye de naçizane ufak bir ricada bulunmak istiyorum: Lütfen ama lütfen anlaşılması zor bir atavizmle hareket etmeyi bırakın artık ve bir kereliğine bile olsa sorunu tersten ele alın. İnanın bana bunu yapmak size hiçbir şey kaybettirmez. Hem unutulmamalıdır ki, en büyük düşman içimizdeki düşmandır.
Haftaya görüşmek üzere
Esen kalın
Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.