Reklam
Reklam

SON DAKİKA

Spot Haberler
Gökhan Küçük

Ortaya Karışık

11 Temmuz 2021 tarihinde eklendi.
Ortaya Karışık
Dokun ki bana, başkasının acısını hissedeyim,
Gördüğüm kusurunu gizleyeyim;
Bana merhamet gösterilsin ki,
Ben de başkasına gösterebileyim. 
-Alexander Pope
 
Bunun adı akıl tutulması değilse nedir?

 Son yıllarda gösteriş ve şaşaa şaha kalktı.
Nüfuz etmediği hane, ele geçirmediği insan kalmadı neredeyse. Ve hatta öyle bir boyuta ulaştı ki… pek çok insan,  biri ya da birilerinin beğenisini kazanabilmek için bu meyanda seferberlik ilan etti âdeta.

Çok az insan iyi dinler ama gel gelelim dinlemek iletişimim esas aracıdır

İstisnalar kaideyi bozmaz ama kimseyle doğru düzgün iletişime geçemiyoruz artık. Çünkü gerçekten de kimse kimseyi dinlemiyor. Belki bugünlerde kulağa tuhaf gelebilir ama iletişimin yegâne kaidesi dinlemektir.  Biz ise insanların ne dediğini umursamadığımızdan olacak, söylenenlere kulak asmıyoruz, hatta bazen dinliyor gibi görünsek de tek düşündüğümüz ne zaman söze atlamak gerektiği; yalnızca biz konuşalım, yalnızca biz anlatalım istiyoruz.

 Kimse kimseyi dinlemezken, kim kimle anlaşabilir ki

Hâlihazırda, kafamızdaki kaygılardan ve takıntılardan kurtulmak her zaman zor olmuşken, günümüz Instagram, Facebook, Twitter ve Selfie ‘öz çekim’ dünyasında bu durum daha da zor hâle gelmiştir. Tek derdimiz, kendimiz ve kendi imajımızı şekillendirmek. Başkalarına karşı çok az özveri gösteriyoruz.

Çok bilmişlik yaparsan çok düşmüşlük yaşarsın

Yaklaşık iki ay önce, 24-25 yaşlarında, şirin, sempatik ama buna karşın bir o kadar da çok bilmiş bir kız ile ayaküstü kısa bir sohbet gerçekleştirmiştim. Bu, ön yargıları âdeta seferberlik ilan etmiş hanımefendinin neredeyse bilmediği bir şey yoktu. Felsefe, sosyoloji, psikoloji, siyaset, aşk, ilişkiler...  Sözün kısası, o anlattı ben dinledim. Neden sonra anlatmaktan yorulmuş olacak, sustu. Ama ne var ki, dudaklarını mühürlemiş olsa da, gözleri, “itiraf et,  anlattıklarımdan etkilendin, değil mi?”  dercesine, fır dönüyordu âdeta.

 Ne diyeceğimi bilemedim. Çünkü onu incitmek, demoralize etmek istemiyordum. Bu yüzden tebessüm etmekle yetindim. Ama benden bir onay bekliyordu ve görünüşe bakılırsa sözlerini onaylatmadan bu bahsi kapatmayacaktı.
Doğrusu iki arada bir derede kalmıştım; ya yalan söyleyecek ya da dürüstlüğümden taviz vermeyecektim. Çünkü bana başka bir seçenek bırakmamıştı;  üçüncü yolu tebessüm ederek başta denemiştim zaten ve bir dördüncü yol yoktu… sanırım insanların küçük deha gösterilerinden iyiden iyiye bunaldığım sırada beni buna zorlaması, benim için bardağı taşıran son damla oldu ve çarçabuk,”Hayatın sırrını çözdüğünü sanıyorsun, değil mi?” diye sordum ve cevap vermesini beklemeden ağzıma geleni söyledim:  “Senin yaşındaki herkes öyle sanır. Bütün akranların gibi kafanda üç-beş kategoriyle yaşıyorsun. Onlara uyanların iyi, uymayanların kötü olduğunu düşünüyorsun ama genellemelerin çok sığ ve yüzeysel; hem, henüz ömrünün baharındasın, daha önünde kocaman bir hayat var, bilhassa bu yüzden insanları yargılamamalısın, çünkü onları yeterince tanımıyorsun bile, anlattıklarından bu anlaşılıyor.”

Tabiatıyla bozuldu. Her şeyi beş saniyede kavramlaştırıp teoriye çevirmekte üstümüze olmadığından olacak, beni birkaç dakika içinde ukala ve narsist bir megaloman addetti.

Aslına bakarsanız, o serbest kız cilasının altında kendi halinde bir ev kadını yatıyor çoğu zaman 

Ne yalan söyleyeyim, bazen,  entelektüel ve zeki kadınların bile “beyaz atlı prens” sendromundan mustarip olduğunu görüyorum. Mesela bu sendroma yakalanan entelektüel kadınlar, tıpkı magazinsel bir yaşama yelken açmış hemcinsleri gibi aradıkları erkeğin karakteristik özelliklerini sıralarken; yakışıklı olsun, zengin olsun, kaslı olsun, kültürlü olsun, zeki olsun, bilgili olsun -kısacası, o da olsun bu da olsun- istencini dillerinden eksik etmiyorlar. Erkeklerde atılan sopayı sorgusuz sualsiz alıp getiren bir Alman çoban köpeği gibi neşeyle ve yorulmaksızın bu oyuna ayak uyduruyor.
Ama bir kere kişi, yanlış insanlar için doğru şarkılar dinlemeye başlayınca er ya da geç, sesler birbirine karışıyor ve dinlenen şarkı kulak tırmalayan bir kakafoni olmaktan öteye gidemiyor.

Durum acı olduğu kadar tuhaf da doğrusu

Acaba bu gösteriş merakı, çaresizlikten mi, yalnızlıktan mı, egodan mı, yoksa başka bir nedenden mi kaynaklanıyor ya da tüm nedenler bir araya gelip devasa bir puzzle’ın eksik parçalarını mı oluşturuyor?
Hatırlarsanız, geçen haftaki yazımda hüzün ve kederden bahsetmiştim; hiç kuşkusuz, gösteriş merakı da düpedüz hüznü getiriyor akla. Ve bana kalırsa bu, kafasının içinde, kendisinin kişisel önemi dışında bir şey taşımayanların, biteviye düşsel duyguların pençesine düşenlerin, başarısızlık abidelerinin, duygu kuyularında merdivensiz kalanların, ait olmadığı sularda yüzmeye çalışanların, dünyanın sadece kendi acılarının etrafında döndüğünü sananların ve çoğu zaman, kendilerini tahttan indirilmiş bir soylu gibi hissedenlerin varlıklarını herkese onaylatma girişimidir.

Bazen nasıl da yoruluyor insan …
Ki çoğu zaman buna içinde bulunduğun çevre, düpedüz arkadaşların ön ayak oluyor.
Oysaki insanların birkaç günlüğüne senin kimliğine bürünmelerini,  kaygılarını, üzüntülerini, isimsiz korkularını tanımalarını ne de çok isterdin. Ne de olsa empati, başkalarının hissettiklerini duyumsamaktır.

Sanırım yeri gelmişken belirtmekte fayda var

Empati doğuştan gelen olumsuz ya da olumlu bir kavram değildir, sadece bir araçtır. Cömertçe de kullanılabilir, küçümseyici şekilde de.  Weill Cornell Tıp Üniversitesi’nde profesör olan, psikiyatrist ve aynı zamanda Times gazetesi için düzenli yazılar yazan Richard Friedman, çoğu insanın empatiyi yanlış anladığını dile getirmektedir. Ona göre insanlar, empatiyi başkalarının acısını gerçekten hissetmek, sempatik olmak ve kendilerini diğerleriyle eş tutmak olarak düşünmektedir. Fakat gerçekte empati, başkalarını oluşturan, psikolojik kalıpları da anlamayı gerektirir. Empati, insanların sert kabuklarının altına nasıl girileceğini bilmekle alakalıdır. Zeki siyasetçiler, demagoglar ve psikopatlar genelde empati sahibi kişilerdir. Hedef aldıkları kişilere kendilerinin anlaşıldığı ve tanındığı hissini kazandırırlar. Bir siyasî liderin ahlâk çizgisine bağlı olarak, empati olumlu da olabilir yıkıcı da. Her iki şekilde de insanların akıllarına girmeyi sağlayan şey, kurulan bağlantıdır. 

Neyse, nerede kalmıştık, şaşaa ve gösterişte, değil mi?  O hâlde, kaldığımız yerden devam edelim…
Dünya denen handa bir garip yolcuyuz.  Bir bakıma, ömrümüz, perde hızından ibaret. Göz açıp kapayana kadar bitiyor. Bu yüzden böbürlenmenin, caka satmanın, insanları hakir görmenin, -cehalet görülebilir-  gösterişin ve  debdebenin hiçbir kıymet-i harbiyesi yok.  Ne de olsa başkalarını hor görenler, başkalarından çok kendilerini alçaltmış olurlar. Geldik ve gidiyoruz. Hepsi bu…
Dip Not: Gösterişten kasıt, insanların sosyal medya üzerinden mutlu anlarını resmettiği fotoğraflar ya da acılarından dem vurduğu paylaşımlar değildir.
Haftaya görüşmek üzere

Esen kalın

HABER HAKKINDA GÖRÜŞ BELİRT

Yorum yapabilmek için giriş yapmalısınız.

İLGİLİ HABERLER
POPÜLER HABERLER
SON DAKİKA HABERLERİ